ÇEVRE KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI ÜZERİNE KANUN TEKLİFİ ÜZERİNE DEĞERLENDİRME

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu tarafından 9 Haziran 2022’de “Çevre Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Üzerine Kanun Teklifi Üzerine Değerlendirme” başlıklı bir açıklama yayımlandı

Eklenme Tarihi: 07/11/2022

WhatsApp Image 2022-06-09 at 17.39.18.jpeg

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu tarafından 9 Haziran 2022’de “Çevre Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Üzerine Kanun Teklifi Üzerine Değerlendirme” başlıklı bir açıklama yayımlandı.

Açıklamada, “Sistemin sağlıksız kurgusu nedeniyle görevini yapamayan ya da firma sahipleri tarafından ruhsatlı projesine aykırı uygulamalara onay vermeye zorlanan birçok mühendis ve mimara, Bakanlık tarafından açılan soruşturmalar sonucu meslekten men cezasına varan cezalar verilmektedir. Sistem yarattığı kaosun tek suçlusu olarak ücretli mühendis ve mimarları görmekte ve hedef tahtasına oturtmaktadır. Zira yasanın uygulama sürecinde karşılaşılan güçlükler giderilmediği gibi yapılan değişiklikler sadece firmalar lehine olmuş, binlerce mühendis ve mimar çalışan için koşulları iyileştirici en ufak bir düzenleme yapılmamıştır,” denildi.

Açıklamanın tamamı:

ÇEVRE KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI ÜZERİNE KANUN TEKLİFİ ÜZERİNE DEĞERLENDİRME

Birkaç gün önce bazı AKP Milletvekilleri tarafından hazırlanan Çevre Kanunu ve bazı kanunlarda değişiklik öngören torba kanun teklifi ilgili komisyonlardan geçerek TBMM Genel Kuruluna gönderilmiş bulunmaktadır. 

Siyasal iktidarın daha önce de sıklıkla yaptığı gibi, çevre ve yapılaşma açısından oldukça önemli olan bazı değişiklikleri ilgili kurumların görüşüne başvurmadan, önünü arkasını düşünmeden veya düşündürmeden alelacele hazırlayarak kanunlaştırmaya çalıştığı görülmektedir.

Daha öncekilerden de alışık olduğumuz üzere bu torbadan da kamu yararı, doğa ve çevre yararı çıkmamış, tam tersine çevre ve imar konusunda kamusal hizmet ve alanların daha fazla ticarileştirilmesi, piyasalaştırılması ve özelleştirilmesi çıkmıştır.

Söz konusu kanunun 8’inci, 12’inci ve 13’üncü maddeleri çevre ve kıyı alanlarının nasıl ticarileştirildiklerinin tipik örnekleridir.

Madde 8’de; “Boğazlar ve Susurluk Havzası dâhil Marmara Denizi Hidrolojik Havzasında ve bu Havza’da yer alan illerden İstanbul, Bursa ve Kocaeli illerinin tamamında, ileri atıksu arıtım tesisi, arıtma çamuru işleme ve bertaraf tesisi ile atık geri kazanım ve bertaraf tesislerinin kurulmaması sebebiyle çevre kirliliği riski oluşması veya halk sağlığının tehdit edilmesi halinde; bu tesisleri kurmayan mahalli idarelere söz konusu altyapı yatırımlarının iş termin planlarını Bakanlığa sunmaları için 6 ay süre verilir. Bu süre içinde iş termin planlarının sunulmaması veya iş termin planlarında belirtilen sürelere uyulmaması durumunda, Bakanlık veya Bakanlığın yetkilendireceği ilgili ve ilişkili kurum ve kuruluşlar bu tesisleri mahalli idareler adına resen yapabilir, yaptırabilir ve bu tesisleri işlettirebilir...” demek suretiyle,

Madde 12’de; “Mahalli idarelerin çevre kirliliğini önleyici yatırımlar kapsamında arıtma, geri kazanım; arıtma çamuru işleme ve bertarafı; sıfır atık yönetimi kapsamında atıkların toplama, taşıma hizmetleri, atık işleme, geri kazanım ve bertaraf tesisleri ile mapa-şamandıraların özel sektör eliyle ve özel hukuka tabi 10 yıldan uzun süreli sözleşmelerle yap-işlet-devret modeliyle gerçekleştirilmesi ile bu maddede belirtilen kamu yatırım ve tesislerinden hâlihazırda mevcut bulunanların idamesi, bakımı ve onarımı, yenilenmesi, kapasitesinin artırılması ile modernize edilmesi suretiyle ilave yatırımlarının yaptırılarak işletilmesi, niteliğine göre görevli şirket veya mahalli idarece dönemsel olarak ödenecek işletme hizmet bedeli karşılığında işlet devret modeliyle gerçekleştirilmesi halinde, iş ve işlemler bu Kanundaki usul ve esaslar çerçevesinde yürütülür…” demek suretiyle,

Madde 13’te; “Türkiye Çevre Ajansı tarafından, 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu kapsamında yer alan depozito düzenlemeleri çerçevesindeki yap-işlet-devret projeleri, bu Kanundaki usul ve esaslara göre gerçekleştirilebilir. Depozito düzenlemeleri çerçevesinde Türkiye Çevre Ajansınca yatırımı gerçekleştirilen kamu yatırımlarının özel sektör tarafından belirli şartlarla ve 10 yıldan uzun süreli olarak işletilmesi bu Kanundaki usul ve esaslara göre gerçekleştirilebilir…” demek suretiyle çevre konularında özelleştirmenin nasıl gerçekleştirileceği tarif edilmiş bulunmaktadır.

Oysa Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 56’ncı Maddesinde çevre sağlığını korumak, çevre kirlenmesini önlemek, devletin asli görevi olarak tanımlanmıştır. Devlet bu sorumluluğunu yok sayamaz veya devredemez.

Temel motivasyon kaynağı kâr etmek ve kârını artırmak olan özel şirketlerin, serbest piyasa aktörlerinin, kamusal bir hizmeti toplum, doğa ve çevre yararını gözeterek vermesini beklemek mümkün değildir.

Yap-İşlet-Devret modeli ile bugüne kadar özelleştirilen alanların, yaptırılan yatırımların hiçbirisinde başarı sağlanamamıştır. Son 20 yılda ulaşım, haberleşme, enerji, sağlık ve eğitim gibi alanlarda yapılan özelleştirmeler bu başarısızlıkların tipik örneklerindendir. Tabi bu başarısızlık kamu maliyesi, hizmet maliyeti (yurttaşlara maliyeti), hizmet kalitesi ve niteliği yönünden olmuştur. Yoksa işletmelerin kazanç ve kârlılıkları açısından son derece başarılı bir süreç işlemiştir.

Şimdi aynı senaryolar çevre alanı gibi hassas ve geri dönüşü olmayan bir alanda uygulamaya sokulmak istenmektedir. Çevre kirliliğinin önlenmesi amacıyla arıtma, atıkların toplanması, taşınması, bertarafı veya geri kazanımı süreçleri veya tesislerinin özelleştirilmesi, ya kamusal maliyetlerin son derece yükselmesine ya da çevre felaketlerinin yaşanmasına, belki de ikisine birden sebebiyet verecektir. Çevre yatırımları bilimsel ve teknik bilgi, ileri teknoloji, kurumsal işleyiş, nitelikli ve yeterli iş gücü gerektirmektedir. Bu da yetmez, her işlem adımında ve aşamasında kontrol gerektiren, sürekli ve sürdürülebilir denetim mekanizmaları dahilinde çalışması gereken bir işleyiştir. Bu gereklilik de ne yazık ki ülkemizde yaşanmakta olan ahbap-çavuş kapitalizmi dahilinde yerine getirilebilecek bir durum değildir. Nitekim kanun teklifi de bu türlü gereklilikleri yok saymaktadır.

Anayasanın 43’üncü Maddesinde “Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir. Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış̧ amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân ve şartları kanunla düzenlenir.” hükmü getirilmiştir. Ayrıca, 3261 sayılı Kıyı Kanununun 5’inci Maddesinde “Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır…” denmektedir.

Hazırlanan teklifin 12’nci Maddesinde belirtildiği gibi mapa ve şamandıraların YİD modeliyle özel sektöre devredilmesi açıkça Anayasaya ve Anayasanın amir hükmüne göre çıkarılmış olan Kıyı Kanununa aykırıdır. Çünkü mapa ve şamandıralar ile teknelerin kıyıda duraklaması ve konaklamasının YİD modeli ile şirketlere verilmesi, kıyıların amatör denizciliğe, deniz turizmine ve kamuya kapanarak şirketlerin denetimine geçmesine sebep olacaktır. Ayrıca 29’uncu Maddede belirtilen ajanslar aracılığı ile yapılması da uygun ve mümkün değildir. Çünkü kıyılar, ekosistemin en duyarlı bileşenidir ve bu nedenle bu bölgelere ilişkin karar alma ve uygulama süreçleri bilimsel bilgilerle ve kamu eliyle yönetilmelidir.  Yetkilendirilen ajanslar bu konuda hiçbir yeterliği olmayan vasıfsız müesseselerdir.

Torba yasanın 1’inci Maddesinde; “Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından inşa edilen baraj, gölet ve diğer depolama tesislerinin maksat oranları Cumhurbaşkanı tarafından belirlenir, değiştirilebilir veya kaldırılabilir hükmü yer almaktadır.

Bilindiği üzere baraj, gölet ve diğer depolama tesisleri hidroelektrik, sulama, içme suyu, taşkın kontrolü ve yer altı suyu seviyesini artırmak amacıyla yapılmaktadır. Bu su tesisleri yapılırken birden çok amaca hizmet edebilmektedirler. Bir baraj ya da gölet sulama, içme suyu ve hidroelektrik fayda sağlamak amacıyla yapılabilmektedir.  Aynı baraj veya göletten birden çok kurum veya kuruluş faydalanabilmektedir. Bu nedenle tesisin toplam yapım ve kamulaştırma gibi giderlerinin hesaplanması ve toplam maliyet üzerinden de maksat paylarının değerlendirilmesi gerekmektedir. Maksat payları tamamen mühendislik hesaplarına dayanarak belirlenmektedir.

Fakat, yapılacak bu kanuni düzenleme ile mühendislik hesapları bir tarafa bırakılabilecek ve sübjektif değerlendirmeler ile maksat payları tespit edilip belki de sıfırlanabilecektir. Yani istenirse bir belediyenin içme suyu sağladığı bir barajın maksat payı artırılabilecek ya da azaltılabilecektir. Aynı şekilde özelleştirilmesi düşünülen hidroelektrik santrallerin maksat payı da azaltılabilecek ya da sıfırlanabilecektir. Yine herhangi bir özel kuruluşa (maden, sanayi tesisi vb.) sağlanan suyun maksat payı yine hiçbir bilimsel gerçeğe dayandırılmadan belirlenebilecektir. Bu yöntem ile kamu kaynaklarının özel kuruluşlara aktarılmasının önü açılabileceği gibi, cezalandırma ya da ödüllendirme aracı olarak da kullanılmasının olanağı yaratılmış olmaktadır. Dolayısıyla maksat payı tespit yetkisinin teknik bir kurum olan DSİ’den alınıp siyasi erkin başı olan Cumhurbaşkanına verilmesi sakıncalıdır.

Torba yasanın 14-15-16-17-18-19’uncu Maddeleri 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanunda bazı değişiklikler öngörüyor. Oysa ki, bugün ülkemizde sadece kağıt üzerinde işleyen bir sisteme dönüşmüş olan Yapı Denetim Sistemi palyatif düzenlemeler yerine köklü değişiklikleri gerektirmektedir.

2001 yılında yürürlüğe giren 4708 sayılı Kanun, kamusal bir hizmet olan yapı denetiminin özel kuruluşlar aracılığı ile yapılıyor olmasını kurgulamıştır. Her özel işletme gibi yapı denetim kuruluşları ve laboratuvarları kâr etme motivasyonu ile çalışmaktadır. Ne türlü kısıtlayıcı ve cezai önlemler alınırsa alınsın sistem işlememektedir ve işlemeyecektir. Çünkü bu işletmeler için en önemli maliyet unsuru mühendislik mimarlık hizmetlerinin bizatihi kendisidir. Nitelikli bir denetim uygulaması, nitelikli ve gerçekten yapılan bir mühendislik mimarlık hizmeti gerektirir. Bu durum da gerçek hizmet bedelinin karşılanmasını gerektirir ki, işletmeler ve dolayısıyla müteahhitler için “yüksek” maliyet anlamını taşımaktadır.

Yapı denetim sisteminde kurucu ortakları da dâhil olmak üzere proje ve uygulama denetçisi, kontrol mühendisi, laboratuvar denetçisi ya da şantiye şefi olarak çok sayıda mühendis ve mimar yer almaktadır. Sistem bünyesindeki her bir aktör için farklı sorunlar barındırmaktadır. En önemli sorun yetkin mühendis ve mimarların sistem içinde barınamıyor olmasıdır.

Sistemde denetçi, kontrol elemanı ve şantiye şefi olarak yer alan mühendis ve mimarlar ekonomik sorunların yanı sıra ücretli çalışmanın getirdiği sorunlarla da boğuşmaktadır. Meslektaşlarımız üstlendikleri sorumluluğa göre son derece düşük ücretlerle çalıştırılmakta, bir yandan yapı üretim sürecinde görev alan eğitimsiz ve vasıfsız usta, kalfa ve işçi gibi meslek mensupları ile uğraşırken diğer yandan yapı sahibi veya yüklenici tarafından proje dışı imalatları görmezden gelmeye zorlanmaktadır.

İşveren vekili sıfatı nedeniyle yapı işyerlerinde iş kazaları da dahil olmak üzere yapı işyerlerinde oluşabilecek her türlü sorunun doğrudan muhatabı olan şantiye şefleri, tam zamanlı olarak çalışmaları gerekirken sistemde aynı zamanda 5 ayrı işyerinde şantiye şefliği yapmalarına olanak tanınması nedeniyle, üstlendikleri tüm bu sorumlulukların gereklerini yerine getirmekten uzaktır.

Sistemin sağlıksız kurgusu nedeniyle görevini yapamayan ya da firma sahipleri tarafından ruhsatlı projesine aykırı uygulamalara onay vermeye zorlanan birçok mühendis ve mimara, Bakanlık tarafından açılan soruşturmalar sonucu meslekten men cezasına varan cezalar verilmektedir. Sistem yarattığı kaosun tek suçlusu olarak ücretli mühendis ve mimarları görmekte ve hedef tahtasına oturtmaktadır. Zira yasanın uygulama sürecinde karşılaşılan güçlükler giderilmediği gibi yapılan değişiklikler sadece firmalar lehine olmuş, binlerce mühendis ve mimar çalışan için koşulları iyileştirici en ufak bir düzenleme yapılmamıştır. 

Bu çerçevede;

  • Sağlıklı işleyen bir sistemde planlama, projelendirme, üretim ve denetim hizmetlerinin birbirinin olmazsa olmazı ve tamamlayıcısı olduğu gerçeğinden hareketle başta İmar Kanunu olmak üzere Yapı Denetim Kanunu ve ilgili tüm Kanunlar ve bağlı yönetmelikleri kamu yararı ilkesi gözetilerek ve bütüncül bir anlayışla yeniden düzenlenmelidir.
  • Mevcut Yapı Denetim Yasasının öngördüğü, ticari yanı ağır basan yapı denetim şirketi modeli yerine; uzmanlık ve etik değerlere sahip yapı denetçilerinin etkinliğine dayalı, meslek odalarının sürece etkin katılımını sağlayacak yeni bir denetim süreci modeli hayata geçirilmelidir.
  • Mesleğinde yetkin ve etik değerlere sahip mühendis ve mimarların görev üstlenmelerini sağlayabilmek için, meslek odalarının anayasal hakkı olan “belgelendirme yetkisi” Bakanlık tarafından kabul edilmeli ve bu çerçevede gerekli düzenlemeler ivedilikle yapılmalıdır. Sistemde görev alan tüm mühendis, mimarların düzenli eğitim ve belgelendirilmeleri meslek odaları tarafından yapılmalıdır.
  • Meslektaşlarımızın etkin ve verimli çalışması için sistem içerisinde uygun çalışma ortamları sağlanmalı, kamu görevlisi statüsü kazandırılmalı, özlük hakları iyileştirilmeli ve TMMOB asgari ücretinin altında ücret almamaları sağlanmalıdır.
  • Şantiye şeflerinin tam zamanlı olarak şantiyelerde istihdamı sağlanmalıdır. 

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası

Yönetim Kurulu



TMMOB
İnşaat Mühendisleri Odası