Su Yaşamın Kaynağı, Gezegenimizin Geleceğidir

İMO Ankara Şubesi tarafından 22 Mart Dünya Su Günü’ne dair “Su Yaşamın Kaynağı, Gezegenimizin Geleceğidir” başlıklı bir açıklama yayımlandı

Eklenme Tarihi: 22/03/2024

Dünya Su Günü.jpg

İMO Ankara Şubesi tarafından 22 Mart Dünya Su Günü’ne dair “Su Yaşamın Kaynağı, Gezegenimizin Geleceğidir” başlıklı bir açıklama yayımlandı.

Açıklamada suyun yaşamın bütünü ve gezegenimizin geleceği için süregelen önemin vurgu yapılarak, “Suyun kapitalist tüketim aracı olarak mülkleştirilmesi ve kâr amaçlı, ekolojik dengeyi hiçe sayan ekonomi politikalarının ekseninde yok edilmesinin önüne geçebilmek için harekete geçmenin aciliyetini bir kez daha vurguluyoruz,” denildi.

Açıklamanın tamamı:

SU YAŞAMIN KAYNAĞI, GEZEGENİMİZİN GELECEĞİDİR

1993 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda temiz su kaynaklarının korunabilmesi ve giderek tükenen temiz, güvenli su kaynaklarına ilişkin farkındalık yaratılması amacıyla kabul edilen Dünya Su Günü bu yıl yer altı suları temasıyla karşılanıyor.

Su tüm canlıların ve ekosistemlerin varlığı, insanın ve gezegenin var oluşu, bir bütün olarak yaşamın kendisi için vazgeçilmezdir. Fakat bugün dünya ciddi bir su krizi ve ekolojik çöküş ile karşı karşıya.

Kapitalistlerin aşırı kâr hırsı, kapitalizmin her şeyi metalaştırılan, doğanın, doğal kaynakların ve canlıların yıkımı pahasına süregelen işleyişi insan eliyle yaratılan bir felakete doğru dünyayı hızla sürüklüyor. Ona neden olan tüm faktörlerle birlikte iklim krizi, sanayi atıkları, endüstriyel tarım yöntemleriyle toprağın, yer altı suyunun ve su kaynaklarının giderek kirletilmesi, kentleşme politikaları, nüfus artışı, su alt yapısının yokluğu, kötü su yönetimi, emperyalist politikalar, savaşlar, sömürü gibi birçok etken temiz ve güvenli suya erişimin önünde engel teşkil etmeye devam ediyor.

İklim kriziyle bağlantılı olarak birçok yerde suya erişim daha az öngörülebilir oluyor, artan sel felaketleri su kaynaklarını, sanitasyon tesislerini yok ediyor, su kaynaklarını kirletiyor.

Ormanlar, yeşil alanlar ve sulak araziler gibi ekosistemler küresel su döngüsünde çok kritik bir rol oynarken bunların yağma ve talanına, metalaştırılmasına dayalı birikim mantığı bu alanları bir bir yok ediyor; gezegenimizin, tüm yaşamın varoluş koşullarını da gittikçe ortadan kaldırıyor.

1900’lü yılların başından bugüne dek dünyada sulak arazilerin yarısından fazlası yok olmuş durumda. Canlı çeşitliliğinin, ekosistemin de yıkımı anlamına gelen bu durum, aynı zamanda yaşamın yeniden üretilmesi için gerekli besinlere, gıdaya erişimi, suyun doğal yollarla filtrelenmesi, sellerin önlenmesi, doğanın kendini yeniden üretmesi konusunda da ciddi engeller anlamına geliyor.

2025 yılı itibarıyla dünya nüfusunun üçte ikisinin su sıkıntısı ile karşı karşıya kalacağı, dünya nüfusunun yarısının su stresi olan bölgelerde yaşıyor olacağı tahmin ediliyor.

Dünyada 1,1 milyarı aşkın insan temiz içme suyuna ulaşamıyor; 2,7 milyar insan yılda en az bir kez su sıkıntısı yaşıyor; en az 2,4 milyar insan da yetersiz sanitasyon nedeniyle sudan kaynaklı hastalıklarla karşı karşıya kalıyor.

Düşük ve orta gelirli addedilen ülkelerde her yıl yaklaşık 827 bin kişi yetersiz su, sanitasyon ve hijyene bağlı olarak hayatını kaybediyor; bu ölümlerin %60’ını kirli içme suyuna bağlı ishal kaynaklı ölümler oluşturuyor. Halen önlenebilir nedenlerle yüzbinlerce insan hayatını kaybediyor. Eğer temiz suya erişim, sanitasyon ve hijyen koşulları biraz daha iyileştirilmiş olsaydı 5 yaş altındaki 297 bin çocuğun ölümü engellenebilirdi.

Küresel olarak atık suyun %80’i arıtılmadan veya tekrar kullanılmadan ekosisteme karışıyor; bu durum da 1,8 milyar insanı, atıklarla kirlenen içme suyunu kullanmak zorunda bırakılması nedeniyle kolera, dizanteri, tifo ve çocuk felci gibi hastalıklara yakalanma riskiyle karşı karşıya bırakıyor.

Dünyada en az 785 milyon insan temel içme suyu hizmetinden yoksun; bunların da en az 144 milyonu yüzey sularına bağımlı bir şekilde ihtiyacını karşılamaya çalışıyor.

Görüldüğü gibi temiz ve güvenli suya erişim hakkı, aynı zamanda bir toplum sağlığı sorunudur; sağlık hakkının, çevre hakkının vazgeçilmez bir parçası ve en temel insan hakkıdır. Ancak bugün temiz ve güvenli suya erişim hakkı da piyasanın insafına terk edilmiş durumdadır. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de temiz suyun kamusal bir hizmet olarak sunulmaktan giderek uzaklaşılması ve piyasanın payının artması, pandeminin giderek derinleştirdiği yoksulluk, yoksunluk, ekonomik ve toplumsal kriz nedeniyle her geçen gün daha fazla insanın temiz ve güvenli suya erişim hakkını gasp etmektedir.

Nitekim ülkemizde kişi başına düşen kullanılabilir yıllık su miktarı 2000 yılında 1.652; 2009 yılında 1.544 ve 2020 yılında ise 1.346 metreküp olmuştur. Buna göre ülkemiz sanılanın aksine su zengini değil, su stresi yaşayan ülkelerden biridir ve etkili adımlar atılmazsa 2030 yılı nüfus tahminlerine göre su fakiri bir ülke olacağı öngörülmektedir.

Yeterli ve temiz su kaynaklarına erişememek, gıda güvenliğini, sağlığı, ekosistemleri, enerji üretimini tehdit ettiği gibi, yoksulluğun, yoksunluğun, buna bağlı hastalıkların, cinsiyet eşitsizliğinin derinleşmesine de yol açmaktadır.

Su kıt bir kaynak olarak ele alınmalı; sulak alanlar ve ormanlar gibi suları doğal olarak toplayan, filtreleyen, depolayan ve serbest bırakan ekosistemlerin korunması ve restorasyonu su kıtlığına karşı mücadelede ön önemli stratejilerden birisi olmalıdır. Sorunun çözümüne sadece hane içinde bireysel tüketimi ve israfı azaltmaya dönük tedbirlere davetle yaklaşmak yeterli olmayacağı gibi su kıtlığının ve suya erişim hakkının gasp edilmesinin temelinde yatan asıl nedenleri de bulanıklaştırmak söz konusu olacaktır.

Alameti farikalarından biri inşaata, betonlaşmaya dayalı büyüme, sermaye transferi ve birikimi olan AKP iktidarı 20 yılı aşkın iktidarı süresince yeşil alanları, ormanları, dereleri, kıyıları, birçok canlının yaşam alanı olan ekosistemleri yok ederek doğayı, doğal kaynakları bir avuç sermayedarın yağma ve talanına açmış, kendi elleriyle yaşamın yıkımını da hızlandırmıştır. Torba yasalara aceleyle atılan maddelerle maden şirketlerinin, inşaat şirketlerinin çıkarı, kâr hırsı öncelenirken su hakkı, sağlık hakkı, çevre hakkı, insanın ve insan dışı canlıların yaşam hakkı da yok sayılmıştır. Pandemide çok daha kritik hale gelen güvenli suya erişim, sağlıklı beslenme ve hijyen ihtiyacını karşılamak, yoksulluğu önlemek için kamusal hizmet üretmek, kaynakları bu ihtiyaçlar için kullanmak yerine AKP, kaynakları sermaye lehine, zenginleşmek ve iktidarını mutlaklaştırmak üzere seferber etmeyi seçmiştir, Kanal İstanbul gibi “çılgın” projelerde ısrar da zeytinlikleri yok etmeyi getiren maden yasası da seçimini bu yönde yapmaya devam edeceğini göstermektedir.

22 Mart Dünya Su Günü vesilesiyle suyun yaşamın bütünü ve gezegenimizin geleceği için süregelen önemini tekrar hatırlatarak kapitalist tüketim aracı olarak mülkleştirilmesi ve kâr amaçlı, ekolojik dengeyi hiçe sayan ekonomi politikalarının ekseninde yok edilmesinin önüne geçebilmek için harekete geçmenin aciliyetini bir kez daha vurguluyoruz.

Bilimi ve tekniği kendine rehber edinen İnşaat Mühendisleri olarak su kaynaklarının kirletilmesine, yok edilmesine, ekolojik çöküşe, sömürüye, yoksulluğa, eşitsizliklere neden olan her tür politikayla, kapitalist pratikle mücadele etmeye ve su kaynaklarının planlanmasından işletmesine her aşamada, geleceğimiz için bütün canlıların temiz suya erişim hakkını ve su varlıklarının korunmasını savunmaya ısrarla devam edeceğiz.

İMO Ankara Şubesi
Yönetim Kurulu



TMMOB
İnşaat Mühendisleri Odası